20 Haziran 2012 Çarşamba

SenKüçükAdam

SenKüçükAdam; sana sözü verilen güçten korkuyorsun hem, kendinle yüzleşmekten ve eleştirmekten.Şuan da olduğundan farklı biri olduğunu düşünecek kadar korkusuz değilsin: eğilmeyi değil, dik durmayı, açgözlülük yerine, içtenliği, karanlık gecenin hırsızlarından biri olmak yerine, ışıklı bir günde sevgiyle aydınlatmayı bilmiyorsun.


wilhelm reich

18 Haziran 2012 Pazartesi

Looking for Somebody-Gary Moore

-Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı.Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.İsa çevresindeki mezarlara baktı ve ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden.İnsanoğlunun hak ettiği için öldüğüne o gün inandı.Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı.-HakanGünday-AZ-

13 Haziran 2012 Çarşamba

MadCAt.

i'm madcat.
i love fish.
the fish doesn't think because the fish knows everything.

 Dance of Candy.
 not me.
trip to hope.

10 Haziran 2012 Pazar

Okurken kesinlikle dinlenmeli! tık!
5 senedir ezberlediğim yolda adımlarım bir yabancının adımlarıymış gibi ayaklarıma bakarak yürüyorum bugün ona giderken, her adımımı ezberliyorum sanki, bana sarılmasıyla gücüne yenik düşüp kafamı çarptığım duvarı, köpeklerden kaçtığımız geceyi.. Eteğimin o yüzden bir parçası yok ya, o gece de kaldı.
Anahtarım yok ama dış kapı açık gün batmak üzere kedileri, yüksek çınar ağaçlarının gölgelerini arkamda bırakarak giriyorum içeri yaklaşık 13 yıllık bir apartman rutubet kokuyor yavaş yavaş merdivenleri iniyorum gittikçe daha çok O, daha çok rutubet kokuyor. Sıkıca içime çekiyorum ve kapıyı tıklatıyorum kapıyı açıyor sarılıyorum sıkıca içime çekiyorum vermek istemediğim nefesimi.
Mutfağa geçiyorum kahve yapmak üzere biliyorum hiçbir zaman temiz bardak olmaz kendisi gibi bende anlamsız bir tutku yaratan siyah kupasını yıkıyorum O kapıya yaslanmış beni izliyor gözleri siyah ve dumanlı, siyah pis bir kupanın dibi gibi.. Kettle daki suyun kaynama sesiyle ikimizde biraz ayılıyoruz kahveleri koyuyorum ikimizin ki de bol sütlü benim ki az onun ki bol şekerli.. Önden gidiyorum odasına geçiyorum arkamdan gelen tutkunun, sıcak nefesin, 41 numara ayakların tadını çıkarıyorum, en sevdiğim nevresimi var yatakta füme ikimizin yastığı da duvara yaslı 67 kilo altında ezilmiş ve yatağın üzerinde Ernest Hemingway var kitap okuyormuş ben geldiğimde yastık hala biraz sıcak ben yaslanıyorum bu sefer O ise sadece gün doğumunda ışık alan odasının soğuk ve rutubetli duvarına yaslanıyor. Sözleşmiş gibi pek az konuşuyoruz sessizliği bozan yalnızca derin nefeslerimiz birbirimizi içimize hapsetmek ister gibi..
Saatler geçiyor ben biraz kitap okuyorum o cenin pozisyonunda yatıyor ayaklarımın ucunda mor ojeli parmaklarım karışıyor yandan ayırdığı saçlarına, tuvalete gitmek üzere kalkıyor bende gitarının yanındaki ipod undan “fly people fly” parçasını açıyorum play e basmadan bir çarpma sesi geliyor tuvaletten ne oldu diye gitmiyorum ne zaman çok yoğun duygular yaşasa başı döner dengesini yitirir tuvaletin kapısı açılıyor burnunda biraz kan var, an öylesine büyülü ki konuşmuyorum aynı şekilde yatıyor ayakucuma, sonra ayaklarımdan tutup beni aşağı çekiyor sarılıyorum Ona saçlarında hafif sidik kokusu düştüğünde olmuş olsa gerek dün gece sarhoştu ve deliğe denk getiremedi ve şimdi de oraya düştü çok sık içmez bu kadar. Saçlarımı okşuyor ve konuşmaya başlıyor ben Onu seyrediyorum ama duymuyorum müzik daha kuvvetli, bir süre sonra bağırmaya başlıyor eminim müzikten daha kuvvetli ama gene de duyamıyorum. Önce oyun CD’leri boyluyor odanın diğer ucunu sonra kitapları, joystickler, parfümü yere düşmeden öce duvarla buluşup ince bir çatlak ediniyor kendine, minik sarı bir çakmak uçuyor acaba diyorum “neden sarı? kendisi mi seçti yoksa hatırası mı var? acaba eski sevgilisinden mi? sarı benim en sevdiğim renktir.” .
Yataktan kalkıyorum sadece gözlerine bakmak için nasıl başladıysa öyle bitsin istiyorum sebepsiz, anlamsız ve tutkulu..
Gün ikimizin çıplak bedenine doğuyor bu ışık görmeyen odada üzerimde onun ağırlığı, perdesi olmayan odaya yalnızca 2 kalın 4 ince şerit olarak süzülen ışık, çatlaktan sızıp buharlaşan Kenzo L’eau Par..
Kalkıyor bir dal sigara yakıyor ben biraz dumanını izliyorum,  biraz Onun sırtını saçlarını omuzlarını ezberlercesine inceliyorum, sonra duvara dönüyorum çarşafın üzerinde kısa beyaz bir kedi tüyü var gözlerimi kapatıyorum bir damla yaş gözümdeki yanmayı alıyor. Sesini duyuyorum odayı topluyor CD’leri, birbirine çarpan bardakların tınılarını duyuyorum, kafamı kaldırıp bakıyorum pijamalarımı katlıyor ben duş almak üzere kalkıyorum, Onun şampuanını köpürtüyorum saçlarımda O gibi, çıktığımda krep yapmış sıcacık, mis gibi yumuşacık kahve, biraz annesinin yazın yaptığı çilek reçeli mutlu bir kahvaltı edip vedalaşıyoruz. Kapı kapanıyor ve duyuyorum Onu gene düştü kafasını sert bir yere çarpmasın diye dua ediyorum. Sokağa çıktığımda, ışık gözümü alıyor. Dikilitaştan Beşiktaş’a iniyorum, kulağımda “winds of change”, deniz pırıl pırıl, kendine gelemeyen yüzümü soğuk rüzgar tokatlıyor ama tesir etmiyor.
Aklımda tek bir düşünce var eski kedisinin tüyleri gibi, benim saç tellerime de rastlar mı yıllar sonra uyuyamadığı bir gece yatakta dönerken ya da en güzel uykusundan gözlerini açtığı bir Cuma sabahı..