2 Eylül 2012 Pazar

RUSALKA


yıl : 2007
yer : Moskova
yönetmen : Anna Melikyan
süre : 115 dk

Film yüzeyinde, babasını hiç görmemiş olan Alisa nın babasını bulma umudu, bulamayışının çaresizliği, yeni bir hayat arayışını anlatır.

Filmi bi kere izledim bi daha izledim sonra bir kez daha, izledikçe sanki film benden bir şeyler almaya başladı ve sonunda benden aldıklarıyla ona bağlandım.. Film her bittiğinde mutlu mu oldum?evet. Peki mutlu son muydu?hayır. ne güldüm ne ağladım sadece hissettim.

İçerdiği metaforlarla ince ince işlenen Denizkızı miti hassas bir şekilde uyarlanmış modern Rusya'ya.Zaman zaman fantastik anlatımıyla bir çocuğun iç dünyasına giriyoruz sonra o çocukla ergen olup isyan ediyoruz ve daha da büyüyüp aşık oluyoruz.Canımız pahasına koruyoruz onu. Değer mi diye sorgulamadan.

Bu bi masal, masalları unutan büyüklere masal.Ama artık masallarda, deniz altında yansıyan parlak güneş ışıkları, kırmızı mercanlar, renkli balıklar yok! Gri binalar, kapitalizmle çürümüş kentler var.Aşka gelirsek aşk, aynı aşk; kız aynı kız; erkek aynı erkek değişmez gerçekler. 

Ne demişti masalda Denizkızı'nın babası "bir adam seni sevdiğini söylese bile onun gözünde ebediyen cazibeni koruyamazsın".


bi büyü yaparsın seni sevsin diye, aptalsın ya sonra inanırsın büyüye onun artık seni sevdiğine. halbuki hiç birşey olmamıştır olan tek şey senin aptallığındır.
turuncukaplumbağa




bana koyun demişti bende "mee"lemiştim.
aramızdaki en dürüst ilişki bu olmuştu.



31 Ağustos 2012 Cuma

MaviElmanınArkasındayımBuGece



-neyin var.
+hç.
-neden?insanın en azından bir kaç şeyi olmalı.
+haklısın.
-o zaman sahip olduklarını bir düşün istersen benimle paylaş ben içeri geçiyorum.
116 dakika sonra
+sana sahip olmak isterdim bazen, ama değilim.kendime sahip olduğumu düşünürdüm bazen, ama çok sık kaybediyorum kendimi.hala bulamadım.
-en son nerede görmüştün peki onu hatırlıyor musun?
+sahilde kumların arasındaydı.sonra orada kaldı.bi kapı olsa koşar giderdim bi uçurum olsa atlardım ama yoktu sadece kumların içine gömüldüm ve yok oldum.
-senin için üzgünüm uyumalısın belki de şimdi benim en sevdiğim belgesel başlıycak ve onu izliycem, dizime yatmak ister misin?
+peki.herşyi gittikçe kaybediyorum, sesli hrflrmi kybtmeye başldm ve sssz ollarıda art h ç ssm çkmy
(sana mutlu rüyalar demek isterdim sana mutlu hayatlar demek isterdim ama sesim çıkmıyor bu bi masal değil mutlu sonla bitsin ne bitti ne başladı sadece kayboldu)
k.k.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

PRİMİTİVE ART

itiraf etmem gereken şeyler var!

ben ilkelim!

mızrak kullanamayacak kadar ilkel!

kahkahalarım bile rahatsız edici derecede içten ve kocaman!

saklanmadan!utanmadan!sakınmadan!

alet kullanmayı sevmem bıçak yerine dişlerim var benim!









7 Ağustos 2012 Salı

2 Ağustos 2012 Perşembe

Daha iyi bir belgesel editörü olmak için 8 yol







Belgesel editörlerinin dramatik bir görevleri vardır, öyküyü bulmak. Bir belgesel montaja gönderildiği zaman, editörün amacı sadece onun hikayesini bulmak değil, onu en iyi nasıl anlatacağını da bulmaktır. Dijital teknolojilerin gelişmesi sayesinde daha  fazla çekim yapabilme lüksüne sahip olan belgesel yapımcıları yüzünden öyküyü en iyi şekilde seyirciye aktarma işi editör için çok daha zor bir göreve dönüşmeye başlıyor.

Bu işi kıvırmak için can atan yeni yetme editörlerin halinden anlayan Sheffield Doc/Fest "Hidden Storytellers: The Art of the Documentary Film Editor."  adlı bir etkinlik düzenledi. Garden Production Ltd.'s den yaratıcı direktör Jonathan Smith'in modere ettiği etkinliğe İngiltere'nin en önemli belgesel editörlerinden Steve Barclay ("Gymnast"),  Rupert Houseman ("Coppers"), ve Sam Santana ("Katie," "Anatomy for Beginners") katıldı.
Etkinlikten dikkat çeken püf noktaları şöyle;



#1 Yenilere yardım etmek size kalmış

Houseman: Montaj hakkında konuşmak komik bir şey. Asistan şartları adı verilen bir kutunun içindeyizdir. Başlarda ben bir asistandım, ancak ödeme almazdım, fakat pek çok iyi editörle birlikte oturma şansını yakaladım ve harika tecrübeler edindim.Editör olabilecek kişilerle kontak halindeydim ve bu imkansız gibi bir şeydi. Üretilen işlerdeki standartlar sürekli yükseliyordu ve orda bir alan yaratabilmemiz tamamen bize bağlıydı.



#2 Kendinize karşı acımasız olmayın


Houseman: Montajın en harika yanı bazen yıllar önce yaptığınız bir şeyi yakalarsınız, geriye yaslanır ve düşünürsünüz, o kadar da kötü değildir. Ancak daha sonra işlere o kadar çok gömülürsünüz ki önünüzde duran bu gerçeği göremez olursunuz.
Santana: Kendi kendinize bir film montajlarken bazen filmin sahne sırasını unutup kesmeye devam edersiniz, bu durum en sonunda filmin parçaları yerli yerine oturana kadar devam eder.


# 3 Bazen kesmeleri çirkin yapmanız gerekir.


Santana: Montaja başlamadan önce çekilmiş herşeyi izlemelisiniz. Bir filmi farklı kılmak için, küçük sahneler eklemelisiniz. Bazen kesmeler çirkin görünmeli. Hikayeyi tamamen anlatmayan ama küçük ipuçları verecek bazı fırsatlar yaratmalısınız. 


Smith: Köprü sahneleri önemlidir, tonun yumuşamasını sağlarlar.

Santana: Bence kilit nokta budur.  Elinizdeki filmin bünyesine incelikler katmanızı sağlar.

#4 Montajın çekimle birlikte başlaması iyi bir şeydir



Houseman: Öykü, editörün montaj odasına girmesiyle sonlanmaz. hayatımda hiç bir zaman bu şekilde düşünen bir yönetmene rastlamadım. Sınırlandırılmadan bitirilen her film daha güzel olacaktır.

Santana: Çekilmeye başlandıktan sonra montajlanan film daha iyi olacaktır.

Barclay: Bazen yönetmeni montaj odasından çıkarmakta iyi bir tekniktir. (gülüşmeler:)



#5 Denemeden asla olmaz demeyin.


Barclay: Bence yapabileceğiniz en kötü şey daha denemeden " hayır bu olmaz, işe yaramaz" demek. Bu şekilde tanıdığı editörler olan bir çok yönetmenle tanıştım.

Houseman: Bir şey için imkansızdır, demek kötüdür, tembelcedir.

Santana: Aynı zamanda zararlıdırda.

#6 Koruyucu sizsiniz.
Barclay: Bazı yönetmenler beni işimle başbaşa bırakır, bazıları ise işimi yaparken adeta kucağıma oturup herşeyi kontrol etmek isterler. İki senaryoda iyidir. Editörler olarak bizim amacımız filmin koruyuculuğunu yapmaktır. Eğer bir yönetmen gitmek isterse buna karar vermek tamamen editörün sorumluluğu altındadır.

Santana: Bir editör olarak nerede yönetmeni dahil etmeniz gerektiğini içgüdüsel olarak anlarsınız, ve dahil olmasına izin verirsiniz.

#7  Senaryoyu benimseyin.



Santana: Bazen senaryonun gerekliliğinden, bazende içgüsüel olarak bunu yaparsınız, ve eğer yapabilirseniz, daha da iyi benimsemelisiniz


#8 Gerçeği söyleyin.

Santana: Doğruları söylediğiniz takdirde, sahneleri pekiştirmek için yeni bir şey ekleyebilirsiniz.



Barclay: Bizler için ilk kural  gerçeği söylemektir. Belki doğruyu söylemek için farklı yollar deneyebiliriz ama bu onun elzem olduğu gerçeğini değiştirmez.

Kaynak

vicky.

yazan:turuncukablumbaga
Plutondan bildiriyor. 

Dun senden bahsettim.
Sonra unutmak icin bi film izledim adamin kapisonu seni hatirlatti hani o harabede titrek mumlarin ve 21 kisi icinde sadece ikimiz varmis gibi hissettiren kapsonlarimiz..
Ve bu sabah cok alakasiz bir yerde cok alakasiz bi resimde kirli sakalini tanidim boyun uzun oldugu icin dudaklarindan yukarisi girmemis kareye.
Gulumsedim.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

susadim.



bazenleri uykumdan uyanip yalin ayak parmak uclarimda mutafaga yuruyorum bardagin yarisina soguk su, yarisina sicak su koyup gozlerimi tam acmadan suyumu yudumlayarak odama gelip hemen sogumamis yatagma girip uykuma devam ediyorum.
_Mutlu ruyalar_

31 Temmuz 2012 Salı

*-*

bazen seni çok özlüyorum o zamanlar resmini yapıp ona 
bakıyorum^.^


pat.





biri bana ilk günlerimizi sorsa; brownie intense, kahve ve BigBangTheory derdim.Bi de eski sevgilinden yanında gelen bir albüm ve bi de bi kaç sezon dizi vardı.
aradan yıllar geçti şimdi o yanında gelen albümü dinleyip, o dizileri izliyoruz.
itiraf et ikimizde onu özledik. :)

yastıksohbeti.

+merhaba dunyali
-imm imm imm!
+uyudun mu ki?
-evet uyuyorum!!
+oda ne kadar serin degil mi?
-hava 29 derece tropikasyali!
+ama sen soguksun!
-cunku buz yedim.cunku ben buz canavariyim.cunku soguk dus aldim.cunku seni de yerim o_o
+karpuz mu yesek?
-zzZzz
+makarna yapalim mi?
-seni isiririm
+hadi dans edelim ^.^

__timber timbre__
____creep on creepin' on____

+uyusak mi sen isinmadan *-*
-oluyyy.
+zzzzzZ.
-O_O
+zzZzzz.
-mutlu uyu tropikasyali****
+nim nim nimm. ^-^

26 Temmuz 2012 Perşembe

uyu.

yerden yüksek oynayasım en yükseklere çıkıp aşağı atlayasım var
kör bi ebe olup en güzel kumaşlarla gözlerimi bağlayasım var
senin olasım sonra da yok olasım var!

en güzeli;
 gene garip bi günümdeyim var sayalım.
oyuna baştan başlayalım.

Ebee!!

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Yayın Başlığı Yok



bu blog neden boş arkadaş? bunun bir çok sebebi olabilir. yazmaktan bıkmış olabilirim kendimden bıkmış olabilirim.Kendimi özlemiş gibiyim aslında hissettiğim bu.herneyse işte bir çok kelime okudum yokken. kelime; hiç kitap bitiremedim çünkü. bir sürü resim çizdim. bi kaç insanla tanıştım.filmler izledim. dans ettim. kabuslar gördüm rüya görmeyi dilerken.şimdi  rüyalar görmeye başladım daha iyi olacağımı sanıyordum koca bi boşluk varmış gibi hissediyorum yanlızca. ama doldurulabiliyor gibiyim.

bugün "lost embrace" filmini seyrettim sıcak bi film ama bana bişey ifade etmedi havasız gibiydi sanki çok fazla kapalı kalmış oda gibi hissettim sıkıldım. heycanlanmanın anlamını  kaybetmiş gibiyim.


bi de "how to get ahead in advertising" gibi bişey izledim heralde 80 sonunun madmani izledim işte bi uyandırma çabası var filmde bi reklamcılığın yalanlarına, reklamcılıkla aslında hayatımıza giren yalanlara hayatımızın yalanlaşmasına isyan.bi kulağımdan girdi diğerinden çıktı.


gerçi dün değil önce ki gün salı mı oluyor yok pazartesi işte o gün  "science of sleep"i izledim hoşlandım. ama gene de yeterince heyecan yok! yeterince tepki yok!


ondan bir kaç gün önce de "melancholia" aynı kendimi gördüm baktıkça kendi halimi izledim izledim ve acaba dünyanın sonumu geliyor diye düşündüm endişelenmeden umrumda bile değildi Justine nin dediği gibi eğer şimdi ölüceksek tuvalette gidebilirdim özel bir şey yapmaya ihtiyaç duymadım çünkü herşey tuvaletteki gibi..bi de acaba neden cannes da en iyi kadın oyuncu ödülünü charlotte gainsbourg almamış ki diye düşündüm.


bugün aptalca fransada yaşamak istediğimi anlattım kendime oradaki kapı komşumu, sokakları, yolda yağmura yakalanınca çıplak ayak koşucağımı, takacağım şapkaları, ucuz çatı katındaki yer yatağımı, çarşafıma sürülmüş boyalarımı, kafamda sulu boya fırçasıyla yemek yaptığımı falan sonra sonra çok konuştuğumu farkedip dinlemedim kendimi. altıgen cafeye geçtim freud u düşündüm ama ne teorilerini ne derslerini bi tek kendisini düşündüm sonrada nazileri ve yahudileri sonra da kaburga dolmasını..



20 Haziran 2012 Çarşamba

SenKüçükAdam

SenKüçükAdam; sana sözü verilen güçten korkuyorsun hem, kendinle yüzleşmekten ve eleştirmekten.Şuan da olduğundan farklı biri olduğunu düşünecek kadar korkusuz değilsin: eğilmeyi değil, dik durmayı, açgözlülük yerine, içtenliği, karanlık gecenin hırsızlarından biri olmak yerine, ışıklı bir günde sevgiyle aydınlatmayı bilmiyorsun.


wilhelm reich

18 Haziran 2012 Pazartesi

Looking for Somebody-Gary Moore

-Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı.Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.İsa çevresindeki mezarlara baktı ve ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden.İnsanoğlunun hak ettiği için öldüğüne o gün inandı.Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı.-HakanGünday-AZ-

13 Haziran 2012 Çarşamba

MadCAt.

i'm madcat.
i love fish.
the fish doesn't think because the fish knows everything.

 Dance of Candy.
 not me.
trip to hope.

10 Haziran 2012 Pazar

Okurken kesinlikle dinlenmeli! tık!
5 senedir ezberlediğim yolda adımlarım bir yabancının adımlarıymış gibi ayaklarıma bakarak yürüyorum bugün ona giderken, her adımımı ezberliyorum sanki, bana sarılmasıyla gücüne yenik düşüp kafamı çarptığım duvarı, köpeklerden kaçtığımız geceyi.. Eteğimin o yüzden bir parçası yok ya, o gece de kaldı.
Anahtarım yok ama dış kapı açık gün batmak üzere kedileri, yüksek çınar ağaçlarının gölgelerini arkamda bırakarak giriyorum içeri yaklaşık 13 yıllık bir apartman rutubet kokuyor yavaş yavaş merdivenleri iniyorum gittikçe daha çok O, daha çok rutubet kokuyor. Sıkıca içime çekiyorum ve kapıyı tıklatıyorum kapıyı açıyor sarılıyorum sıkıca içime çekiyorum vermek istemediğim nefesimi.
Mutfağa geçiyorum kahve yapmak üzere biliyorum hiçbir zaman temiz bardak olmaz kendisi gibi bende anlamsız bir tutku yaratan siyah kupasını yıkıyorum O kapıya yaslanmış beni izliyor gözleri siyah ve dumanlı, siyah pis bir kupanın dibi gibi.. Kettle daki suyun kaynama sesiyle ikimizde biraz ayılıyoruz kahveleri koyuyorum ikimizin ki de bol sütlü benim ki az onun ki bol şekerli.. Önden gidiyorum odasına geçiyorum arkamdan gelen tutkunun, sıcak nefesin, 41 numara ayakların tadını çıkarıyorum, en sevdiğim nevresimi var yatakta füme ikimizin yastığı da duvara yaslı 67 kilo altında ezilmiş ve yatağın üzerinde Ernest Hemingway var kitap okuyormuş ben geldiğimde yastık hala biraz sıcak ben yaslanıyorum bu sefer O ise sadece gün doğumunda ışık alan odasının soğuk ve rutubetli duvarına yaslanıyor. Sözleşmiş gibi pek az konuşuyoruz sessizliği bozan yalnızca derin nefeslerimiz birbirimizi içimize hapsetmek ister gibi..
Saatler geçiyor ben biraz kitap okuyorum o cenin pozisyonunda yatıyor ayaklarımın ucunda mor ojeli parmaklarım karışıyor yandan ayırdığı saçlarına, tuvalete gitmek üzere kalkıyor bende gitarının yanındaki ipod undan “fly people fly” parçasını açıyorum play e basmadan bir çarpma sesi geliyor tuvaletten ne oldu diye gitmiyorum ne zaman çok yoğun duygular yaşasa başı döner dengesini yitirir tuvaletin kapısı açılıyor burnunda biraz kan var, an öylesine büyülü ki konuşmuyorum aynı şekilde yatıyor ayakucuma, sonra ayaklarımdan tutup beni aşağı çekiyor sarılıyorum Ona saçlarında hafif sidik kokusu düştüğünde olmuş olsa gerek dün gece sarhoştu ve deliğe denk getiremedi ve şimdi de oraya düştü çok sık içmez bu kadar. Saçlarımı okşuyor ve konuşmaya başlıyor ben Onu seyrediyorum ama duymuyorum müzik daha kuvvetli, bir süre sonra bağırmaya başlıyor eminim müzikten daha kuvvetli ama gene de duyamıyorum. Önce oyun CD’leri boyluyor odanın diğer ucunu sonra kitapları, joystickler, parfümü yere düşmeden öce duvarla buluşup ince bir çatlak ediniyor kendine, minik sarı bir çakmak uçuyor acaba diyorum “neden sarı? kendisi mi seçti yoksa hatırası mı var? acaba eski sevgilisinden mi? sarı benim en sevdiğim renktir.” .
Yataktan kalkıyorum sadece gözlerine bakmak için nasıl başladıysa öyle bitsin istiyorum sebepsiz, anlamsız ve tutkulu..
Gün ikimizin çıplak bedenine doğuyor bu ışık görmeyen odada üzerimde onun ağırlığı, perdesi olmayan odaya yalnızca 2 kalın 4 ince şerit olarak süzülen ışık, çatlaktan sızıp buharlaşan Kenzo L’eau Par..
Kalkıyor bir dal sigara yakıyor ben biraz dumanını izliyorum,  biraz Onun sırtını saçlarını omuzlarını ezberlercesine inceliyorum, sonra duvara dönüyorum çarşafın üzerinde kısa beyaz bir kedi tüyü var gözlerimi kapatıyorum bir damla yaş gözümdeki yanmayı alıyor. Sesini duyuyorum odayı topluyor CD’leri, birbirine çarpan bardakların tınılarını duyuyorum, kafamı kaldırıp bakıyorum pijamalarımı katlıyor ben duş almak üzere kalkıyorum, Onun şampuanını köpürtüyorum saçlarımda O gibi, çıktığımda krep yapmış sıcacık, mis gibi yumuşacık kahve, biraz annesinin yazın yaptığı çilek reçeli mutlu bir kahvaltı edip vedalaşıyoruz. Kapı kapanıyor ve duyuyorum Onu gene düştü kafasını sert bir yere çarpmasın diye dua ediyorum. Sokağa çıktığımda, ışık gözümü alıyor. Dikilitaştan Beşiktaş’a iniyorum, kulağımda “winds of change”, deniz pırıl pırıl, kendine gelemeyen yüzümü soğuk rüzgar tokatlıyor ama tesir etmiyor.
Aklımda tek bir düşünce var eski kedisinin tüyleri gibi, benim saç tellerime de rastlar mı yıllar sonra uyuyamadığı bir gece yatakta dönerken ya da en güzel uykusundan gözlerini açtığı bir Cuma sabahı..

8 Mayıs 2012 Salı

EKÜMENOPOLİS!


Her yanımızda bir anda bitiveren devasa gökdelenler, tüketim odaklı avmler, tel örgülerle korunan(!) süper lüks siteler.Barınma ihtiyacını karşılamak için dönüşüme uğrayan beton şehirleşen "İstanbul" ama kimin barınma ihtiyacını?Yerleşim yerlerinden zorla çıkarılan göçmen işçi kesim sonra o arazilerde oluşturulan binalarda yaşayan zaten hali hazırda rahatça barına bilen kesim.İronik olansa; o evlerin inşaatında bilin bakalım kimler çalışıyor!!

İhtiyacımız İstanbula yeni köprüler yollar degildir de belki Türkiye nin diğer bölgelerine kurulacak fabrikalar oluşturulacak iş imkanlarıdır, insanların yaşamak için İstanbula göç etmek zorunda olmaması gerek değil mi? Yaşamaktan kastım çadırlarda suyu elektriği zor bulup asgari maaşla çalışarak bir aile geçindirmek.

Devlet ticarethane değil uğraşamaz öyle her şeyle deyip de özelleşen hastaneler, okul alanları, kamu alanları..Neoliberal anlayışın hüküm sürmesiyle İstanbul'un rant pazarına dönüşümü..Üzen, sinirlendiren, bilinçlendiren bir araştırmanın beyaz-perdeye yansıması Ekümenopolis.

İstanbulun büyümesi(!)ni, sonuçlarını, olabilecekleri anlatan İmre Azem  yapımı bir belgesel Ekümenopolis.Kesinlikle izlenmeli izlemeye başlıyorsun ve hiç bitmiyor bu belgesel cünkü 90 dk sonunda ne kentsel dönüşüm projeleri ne 3. köprü yapımı karşılaşacağımız etkileri ne de tükenen doğal kaynaklar sorunu bitip gidiyor çıkıyor hayatımızdan.Biz o salondan çıksak da film bitmiyor aslında mücadelede bitmiyor çünkü o film bizim hayatımızda ve devam ediyor!

Ödüller;
SİYAD En İyi Belgesel Ödülü
Documentarist Yeni Yetenek Ödülü
Saraybosna İnsan Hakları Ödülü


Bağlantılar;
Sinema seansları;

1 Mayıs 2012 Salı

Perfume Genius - 'Dark Parts'

Ne dinlesem ne dinlesem diye kaşındığım bi gün ve ben bunu buldum hoşuma da gitti doğrusu.Deneysel bi çalışma. Piano tınıları ve kulağıma mırıldanırcasına yumuşacık gelen sözler.
Deneyselliktir sanatın göz bebeği zaten!
Başarılı şeylerin etrafında herkes defalarca dönüp başarılı olabilir fakat başarı o "başarısızlık" riskini alıp yeni bir şeyler denemek üretmek gerek.
bir anne ve bir çocuk.Annenin bunalımlarını içlemiş, kendi kalbine delice sokmuş hassaslığın dibine vurmuş bir çocuk.Onun kadar kırılgan ve içten bir parça. Anne oğul yanyana uysalca başlayıp, gittikce kalp kırıcı olan bir klip.
Dinlenmeli,
İzlenmeli,
İçlenmeli...

27 Nisan 2012 Cuma

Gemeinschaft-Fellowship-Toplum



The story is engrossing at the same time enjoyable, the end is original and humorous.
Its a subtle critisim about society's behaviour which is " dont want to new one"

Short story from Franz Kafka;
We are five friends, one day we came out of a house one after the other, first one came and placed himself beside the gate, then the second came, or rather he glided through the gate like a little ball of quicksilver, and placed himself near the first one, then came the third, then the fourth, then the fifth. Finally we all stood in a row. People began to notice us, they pointed at us and said: Those five just came out of that house. Since then we have been living together, it would be a peaceful life if it weren't for a sixth one continually trying to interfere. He doesn't do us any harm, but he annoys us, and that is harm enough; why does he intrude when he is not wanted? We don't know him and don't want him to join us. There was a time, of course, when the five of us did not know one another, either, and it could be said that we still don't know one another, but what is possible and can be tolerated by the five of us is not possible and cannot be tolerated with this sixth one. In any case, we are five and don't want to be six. And what is the point of this continual being together anyhow? It is also pointless for the five of us, but here we are together and will remain together; a new combination, however, we do not want, just because of our experiences. But how is one to make all this clear to the sixth one? Long explanations would almost amount to accepting him in our circle, so we prefer not to explain and not to accept him. No matter how he pouts his lips we push him away with our elbows, but however much we push him away, back he comes.
Shortmovie from Özlem Akın;
Click me for watch!

Düşündüren aynı zamanda keyif veren bir hikaye, özgün ve esprili bir son.Sosyal toplumun "yeni olanı istememe" anlayışına zekice yapılmış bir eleştiri.

Hikaye Franz Kafka'dan;Biz beş arkadaşız; bir gün peş peşe evin birinden dışarı çıktık; ilk çıkan kapının yanında durdu, ardından ikinci çıktı, daha doğrusu bir civa topağı gibi kaydı ve ikincinin yanında yerini aldı, sonra üçüncü, dördüncü ve beşinci çıktı. Sonunda hepimiz bir hizada durduk. İnsanlar bizi fark etmeye başladılar; bizi gösterip "Şu beşi o evden çıktılar," dediler. O zamandan beri birlikte yaşıyoruz; eğer bir altıncı sürekli aramıza katılmaya çalışıyor olmasaydı huzur içinde yaşayacaktık. Bize bir kötülük etmiyor, ama sinirimizi bozuyor ve bu da yeterince kötü; neden istenmediği yere girmeye çalışıyor? Onu tanımıyoruz ve aramıza katılmasını istemiyoruz. Bir zamanlar, elbette, biz beşimiz de birbirimizi tanımıyorduk, hâlâ da birbirimizi tanıdığımız söylenemez, ama beşimiz için caiz ve hoşgörülebilir olan o altıncı için caiz ve hoşgörülebilir değil. Her hâlükârda, biz beş kişiyiz ve altı kişi olmak istemiyoruz. Ve zaten sürekli birlikte olmanın anlamı nedir ki? Bunun beşimiz için de bir anlamı yok, ama işte biz bir aradayız ve bir arada kalacağız; öte yandan, tecrübelerimize dayanarak, yeni bir kaynaşma istemiyoruz. Ama bunu altıncıya nasıl açıklayacaksın? Uzun açıklamalar onu neredeyse aramıza almamızla sonuçlanacaktı, o yüzden açıklama yapmamayı ve onu aramıza almamayı tercih ediyoruz. Suratını nasıl asarsa assın onu dirseklerimizle itiyoruz, ama ne kadar itersek itelim geri geliyor.
Kısa film Özlem Akın'dan;
İzlemek için beni tıkla!

24 Nisan 2012 Salı

My Film List for İKSV


ÖZEL GÖSTERİMLER

SPECIAL SCREENINGS

The Story of Film: An Odyssey(2011)

ANTİ-DEPRESAN

,ANTIDEPRESSANT

SUPERCLÁSICO (2011) 

MAYINLI BÖLGE

MINED ZONE

P-047(2011)
(maalesef bu filmin fragmanı yok.)
(there is not trailer for this film unfortunately)

Odjuret(2011)



İKSV 40. YIL: "SİNEMA VE MÜZİK"


İKSV 40TH YEAR: “FILM AND MUSIC”


Moulin Rouge!(2001)


The Wall(1982)

29 Mart 2012 Perşembe

Rosemary's Baby

Bir korku klasiği, Rosemary's Baby.

Bu filmi izlemeyi çok uzun süre erteledim çünkü (gülmeyin) daha izlemeden korkmaya başlamıştım.Yalnız da izleyemediğim için dvd yi alıp arkadaşımla bi playstation cafe de izlemeye karar verdik.
Yönetmen koltuğunda Roman Polanski, Rosemary rolünde sevimli sesli naif  görünümlü Mia Farrow.
Film başlıyor, 1966 New York'unda geçen film manzaralarıyla keyif veriyor.Yeni evli genç çift her sahnede birbirlerine sevgi gösteriyorlar, öpücükler havada uçuşuyor, sevimli tonton kapı komşuları, romantizmin doruklarda şömine önünde yemek yemeler bi ara yanlış filmi aldığımı düşünmeye tam başlamıştım ki o yıllarda büyük sansasyon yaratan, kilisede bile dedikodulara sebep olan sahne giriyor bi anda gerilim müzikleri biz ki 90'lar 00'ler neler neler gördük buna rağmen epey afallatıcı.Beklenmeyen bi anda gelişi, titrek müzikleri korkunç olarak görmesem de gerilim yaratıcıydı.


Filmin ayrıntıları oldukça güzeldi kaybolan eldiven, kendini kaybedince çiğ et aşerip yiyen Rosemary, komşu ile olan arkadaşlığı sonrası işleri açılan aktör.Tabi burada yönetmenin zekası devreye giriyor ve seyircinin ilgisini hiç kaybetmeden filmi bitiriyor.Filmin ritmi artıkça gerilim artıyor sizin sinirleriniz de o derecede bozuluyor ihanet eden bir eş, sapkın bir tarikat, bu düşüncenin kör kütük kölesi olmuş bir grup insan ve diğer yanda masun bir anne daha doğmamış bi yavru.



Sadece gerilim odaklı olmayan aşk, güven, annelik duygularını sorgulayan bu kült filmi, gecenin bittiği pijamaların giyildiği bir cadılar bayramı gecesinde keyifle izlenebilir.
Sayın Okur, filmi izledikten sonra yorumunu bekliyorum ;)
Ben korkmadım bakalım sen korkacak mısın?
BÖÖÖ!!!


20 Mart 2012 Salı

Akbank Kısa Film-Uluslararası Bölüm(B)-


Bugun ikinci gun derslerimi ufaktan eke eke bugunu de aksanata ayirdim ve wouuw :s onbesinci kisa filmden sonra dinlenmeye ihtiyacim oldugunu dusunuyorum ve bugun yoga dersi icin eve erken donuyorum.
Uluslararasi kisalar deneysel calismalar ve sanirim anlamadigimiz biseyler iceriyordu salonu allak bullak etti herkes tepkisiz :|
Filmler,
Back by six(Belçika)
Etkileyici sahnelere rağmen yanımda ki kızın uyuması ve salonda duyulan "çok sıkıcı abi" sesleri sanırım durumu özetler nitelikte.

Maska(Polonya)
Gorsel ve grafiksel olarak kesinlikle basariliydi,seslendirme etkileyici, kurgu anlasilabilir ve anlamliydi.Bu dort film icinde en iyisiydi. Ama o dahi hic alkis almadi.
 In(Finlandiya)
Deneysel Finlandiya yapimi bi calismaydi. Seyirciye sanal bi mekanda edilen dans izletildi.Cokca futuristik sesler kullanilmisti.
Soy tan feliz(Arjantin)
Yorumsuz!!
Uluslararası filmler enteresan öyle çok herkese hitap eder türden değil ama yok ben sevebilirim dur bi deniyim derseniz bi seansın az kafa karışıklığı dışında bir zararı olmaz.
Keyifli seyirler.
dipnot:yoga çok etkili oldu bulanan beynim için :) önerilir.

19 Mart 2012 Pazartesi

Akbank Kısa Film-Festival Kısaları(A)-


Sayin okur bugun akbank kisa film festivalinin ilk gunuydu bende, sinema sever ustune bide festival sever bi insan olarak kosa kosa gittim :) festival filmleri ayri ayri kategorilendirilmisler surdan onlari inceleye bilirsiniz ben hemen filmler hakkinda yazmak istiyorum.


Iste festivalin ilk kisasi Tolerans;Ilk film beni hayal kirikligina ugratti acikcasi sadece beni degil tum salon oyle tepkisiz kaldi ki. Peki neden? Cunku; ozgun birseyler tatma beklentisiyle katilan ben icin ilk basta yuzler o kadar tanidikti ki sonra da olay akisi, herhangi bi romantik film gibi, yaraticiliktan uzakti senaryo cok fazla icerik vermek istemiyorum izleyenler filmin sonunda ne demek istedigimi anlayacaklar. Verilen bir mesaj vardi ama bu izleyiciye verilemedi malesef.

2.MusaAman Yarabbim :) Musa ilac gibiydi senaryo, oyunculuklar,kurgu bu kadar dogal olunur bu kadar hayatin icinden olunur. Musa korsan dvd saticisidir ve bir gun Zeki Demirkubuz yanina gelip seni filmimde oynatiyim mi der? Dusunsenize saka gibi zaten Musa nin cevabi da bunu oyle guzel anlatiyor ki “abi polis misin?“ Anlatasim geliyor oyle sevdim ki bu kisa yi :) Izlenilesi.Sayin Okurum aman kacirma!!


3.JerryPsikolojik olarak sikinti yaratan zaten istenilen de bu olan bir film M. Temizlik gorevlisinin fare kapanina donmus hayatini gosterir 15 dk icin size de alir kapatir o kafese..

4.Dinozor96 yasinda bi kadinin yasamdan kopmamaya calistigi hayatinin bir gununu anlatan kisa bir belgesel oylesine agir ki dogal olarak.(uykum geldi)


5.Ben Geldim GidiyorumIstanbul, benim yasayan konusan sehrim herseyim.Film Istanbulun fisildayislarini bagrislarini serzenislerini melodisini dinletti bize keyifliydi. Ayiltti beni. Salondan cikan herkesin dilinde “ben geldim gidiyorum“ cumlesi vardi. Pogaca saticisi amca gibi..

Bitmeden katılın derim.Yarın da ordayım, bu da demek oluyorki yazıların devamı gelecek..
Her ne izliyorsan keyifli seyirler.